29 Aralık 2009 Salı

PİRELLİ TAKVİMİ PARTİSİNDEYDİK

HT CUMARTESİ- Ali Esad Göksel



Yılın en iyi partisi idi! O da ne demek! Bilemiyorum! Parti parti dolaşmayı sevmeyen birisinin racon kesmesi tuhaf. Ama anlatacağım. Maksat herkes her şeyi bilsin. Milli Piyango çıkmayan hemcinslerimiz de mutlu mesut yaşasın. Açılım hayalleri herkes için olsun... İnsanı çatlatma diye bir laf vardı. Biliyorum. Pirelli 2010 Takvimi’ni anlatacağım. Çocukluk ve gençliği Saatli Maarif Takvimi ile geçmiş nüfustanım. Bugün masamın üzerinde kallavi ajandamı bulundururum. Bu ikisi dışında takvim tanımam. Tanımazdım. Bir takvim tanıdım, hayatım değişti.



Aylardan hangisini seversiniz?



Parti pozisyonu alınmış. Snack’ler, içkiler, envai çeşit. Kraliçenin veliahtının nefretine mazhar olmuş mimarlardan Rogers tarafından restore olunmuş Balık Hali kıpır kıpır. Sanki inşa olunduğu Viktorya Dönemi. Sanki istifleme balık dolu: Barbun, dil, lüfer. O anda bir kamuoyu yoklaması yapılsa! Yeryüzü erkek nüfusunun vejetaryen olup, gözünü balık haline dikeceği su götürmez. Anında! Takvimin ayları etrafımızda fink atmaktalar. Peride Celal gibi aylardan eylülü mü severim? Emin olamıyorum. Herzigova’ya soruyorum. Ayları beğeniyor mu? Tanrım, insan hem güzel hem zeki olabilir, evet. Süzüyor. Dudaklarını aralıyor. Vazgeçiyor. Gülümsüyor. Yüzünü tuhaf bir pırıltı yalıyor. Kıkırdıyor. O kadar... Hepinize 2010’da ağız tadı dilerim!



TAKVİM UZMANI Türk BEN TALİHLİ MİYİM?



İyi bir huyum vardır. Soru sormayı sevmem, merak etsem dahi! Siz sustukça karşı taraf anlatır. Genellikle. Yine öyle oldu. Pirondini “Takvim işi” dedi, kapattı. Ben de düşündüm. Ben, Pirondini, üç dört İtalyan, üç dört İngiliz geçen asırdan kalma ‘only for boys’ ve ‘black tie’ club’lerden birine gidip, içeceğiz, takvim üzerine konuşacağız. Sonra da puro içeriz diye yanıma kendi purolarımı da aldım. Yurtsan, canım yavrum, böyle kibar mahellerde “smoking room” bulunur, 155’i arama, telaş yapma! Heathrow’daki nursuz yüzlü, majesteleri kraliçenin polisi “Sebebi ziyaret” dediğinde, “Sana ne vizem var ya” demedim. Son söylediğim kibar Belçika Polisi beni 45 dakika havaalanı karakolunda ağırlamıştı. Sabahın beşinden beri ayakta olmanın bıkkınlığı ile “Takvim için” dedim. Domuz ve kuş gribini aynı noktada görmüş gibi bakıp sordu, “Ne takvimi?” Aklıma bir sürü şey geliyor... Sonra da Belçika Polisi! “Pirelli Takvimi” dedim. Aman Allahım, nursuz siyahın güzel dişleri varmış. Birden doğruldu, 32 dişini sergileyen yayık bir gülüşle, “You are lucky man!” dedi! Tak, giriş mührü! O kadar! Anlaşıldı, takvim mevzuu eğlenceli olmalı... Otele ulaştık. Odamızda bir dosya. “Hoş geldiniz, beş gittiniz. Lütfen smokininiz ve Güvenlik kartınızla 19.00 itibarıyla şurada bulununuz. Kokteyl, sonra takvim, sonra yemek, sonra parti... Mutfağa, şaraba meraklı bir dostum var: Andrea Pirondini. İtalyan. Esasen bu iki kaleme meraklı olmayan İtalyan da görmedim. Andrea’nın Türk Pirelli’nin başında olduğu günlerde muntazam toplanır, yemek yer, sohbet ederdik. Gel zaman, Pirondini’yi Milano’ya celbettiler. “Dur aman” bile diyemedik. Bizimki bölge müdürü oldu, piramitin üstüne çıktı. Seyrek görüşür olduk. Muhabbetimiz berdevamdı. Herhalde bu kalemden, Pirondini, “Yav, yazık bu adama o şarap, bu Şarap kaç yaşına geldi başka şeyden haberi yok, şuna bir dostluk yapayım” diye düşünmüş olmalı. Aradı. “Şu tarihte Londra’ya gel” buyurdu. “Smokinini de al.”



Balık hali deniz kızı dolu



Balık Hali’ndeyiz. Üstümüzde smokin, altımızda kırmızı halı. Sağ sol koruma ve fotoğrafçı dolu. Durmadan çekiyorlar. Ne diye? Bilemiyorum. İnsan kendini tanınmış biri gibi hissedebilir. Bir süre. Salona girinceye kadar. İçeriye adım attığınız anda, “Hayır bu gerçek olmayabilir” diyorsunuz. Kâinatın bütün güzel ve meşhur kızları orada. Tahayyül edebileceğinin bin misli hediyeye boğulmuş bayram çocuğu gibiyim. Neşe ve enerjim tavan yapıyor. Etrafa gülücük dağıtıyorum. Elhak yanıt mebzul. Sanki bin yıldır onlarla yaşıyoruz. Balık Hali’ne yıldız yağıyor. Sophia Loren giriyor. Bir pusula gibi: “Bakın mihrap burada” diye! Arkadan gelen İtalya’nın en popüler kadını. Otelde tanışmışız. Yanımdaki ‘saf Finli’ “Bu kim?” diye soruyor. “Emin olamıyorum” gazımla benimle selamlaşan first lady’ye “Kimsiniz?” diye soru veriyor. Kadın önce şaşırıp, sonra beni gösteriyor. “Ona sor, sana anlatsın”. İşte bu kadar, yeni uzmanlık alanımdır. Neyse ki Eva geliyor, toparlanmama yardımcı oluyor. Herzigova o kadar ‘bir şey’ ki orada bile parlıyor. Bir güney yıldızı gibi



Otomobil uçar gider



Masalara geçiliyor. Yemekler, şaraplar. Bu lüzumsuz detayları geçiyorum! Takvimi göreceğiz. Nasıl çekildi falan. Etrafımdaki erkeklerin hepsi sünnet çocuğu gibi. İki eli dizlerinin üstünde nefessiz seyirdeler. Kadınların ise gözleri hafif kısık, yüzlerinde umursamaz bir etiketle, peçetelerini çekiştirmekteler. Salonda çıt yok! Sahne arkası belgeseli takvimin gerisinde değil. Rejisi, müziği çok başarılı. Hele bir sahne var ki! Lastik ne demek anlatıyor. Yağmur ormanının ortasında fotoğrafçı kızlara balçık çamur güreşi yaptırıyor. Sevimsiz bir fikir. Aniden bir motor sesi duyuluyor. Gelen biçare Güney Amerikalı adam kızları görünce dünyasını şaşırıyor, direksiyonu, yolu unutuyor. Ve fakat vasıta yoluna devam ediveriyor. Peki nasıl? Lastiklerin feraseti ile. Tabii bunu onlar demiyor, siz de anlayın artık..


PİRELLİ TAKVİMİ PARTİSİNDEYDİK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.